
Yaşam denildiğinde sanki; “kendiliğinden” oluşan, “doğal” bir akışmış gibi geliyor bize. Aslında nasıl yaşayacağımıza kendimiz karar veriyoruz.
Bazen aynı yerde çalışan, aşağı yukarı ekonomik düzeyi aynı olan insanları gözlemliyorum. Bir taraftan hafta sonu planı yapan, tatillerde nereye gideceğini düşünen, akşam yemeğini dışarıda arkadaşlarıyla yemekten keyif alan insanlar olurken, bir taraftan tatili memlekette aile ziyareti olarak gören, dışarıda yemeğe verilecek parayla üç gün karnımı doyururum mantığında olan başka bir insan grubu var.
Birinci grup: Daha risk alan, çok arkadaşı olan, anlatacak hikayesi hiç bitmeyen, bol kredili ve bankalarla dosttur 🙂
İkinci grup: Risk almayı sevmez, hesabını iyi bilir, en keyif aldığı şey mal, mülk vs. satın almak ve bir de para biriktirmektir. Onu da çok büyük olasılıkla yiyecek biri olur 🙂
Nedir bu iki grubun birbirlerinden çok farklı yaşamalarına sebep?
Hayata bakış açısı, keyif alma farklılığı, hayatı nasıl tasarladığı gibi birçok sebep sayabiliriz.
Sebep ne olursa olsun, hangi gruba dahil olursak olalım, bu kalan hayatımızı en güzel şekilde “nasıl yaşamalıyız?” diye düşünmeliyiz. Aynı bir mimar gibi önce hayal edip, sonra tasarımlar yapmalıyız.
Biz büyüdükçe, çevremiz çoğaldıkça, duygularımız yoğunlaştıkça, deneyimlerimiz arttıkça güzel bir hayat için, hayatı tasarlamalı, bir “tasarım ustası” gibi çalışmak zorundayız. Eğer daha keyifli bir yaşam istiyorsak…
Geçenlerde okuduğum bir hikayeyi sizinle paylaşmak istiyorum.
Mimar Sinan Süleymaniye Camii’ni yapacak. Her gün caminin yapıldığı tepeye gelip, ekibiyle oturuyor. Bir ay, iki ay… Hemen yağdanlıklar padişaha; “Bu cami yetişmez. Sinan sabahtan akşama kadar oturuyor.” diye yetiştirirler. Padişah atına atlar, arkada ekibi, tepeliğin kenarına gelirler. Mimarbaşı, padişahın geldiğini görünce, yerinden kalkar, merdivenlerden iner gibi yürür, sanki bir duvarın köşesinden döner gibi yapar ve sanal bir kapıdan çıkar gibi eğilerek padişahın karşısına gelir… Bu durumu gören Kanuni’nin cevabı çok güzeldir; “sen işine devam et”…
İste hayat tam da Büyük usta Sinan’ın yaptığı gibi “hayal edebilmektir.” En güzeli de hayallerini yaşayabilmek.
Ya bu bulutun içinde olup yağmur olmak var, ya da bu bulutun altında ıslanmak…
Bunun kararını bu hayatın içinde yer alan her bir birey kendisi verir…
Cem Baki
13 Mart 2015 at 17:08
1 ay gezip 11 ay borç ödeyeceğime o parayı biriktirip başka bir yere harcarım:)
Sanırım ben 2. gruptanım.
Ama dikkat ettim, Mimar Sinan ve onu gammazlayanlarla ilgi amma da çok hikaye varmış tarihte:D
Zehra GERGEROĞLU
14 Mart 2015 at 14:00
Hangi gruptan olursaniz olun size tavsiyem şartlarıniza göre keyif almaya bakın zaman akıp gidiyor. Bu hikayeler Mevlana hikayeleri gibi çok fazla doğruluk derecesini bilemiyorum ama verdiği ders açısından güzel
Nil
13 Mart 2015 at 20:42
Harika bir yazı olmuş emeğinize sağlık.
Geleceği tasarlarken yaşadığımız anında farkına varmalıyız.
Zehra GERGEROĞLU
14 Mart 2015 at 13:55
Evet herkes kendi şartlarına göre hayattan nasıl daha fazla keyif alırım diye düşünmeli bence
bakimli_02
14 Mart 2015 at 12:31
Hem gelecek hem anı kurtarmak isteyenlerdenim ben ama ne derece başarılı oluyorum bilemiyorum. Yine de halimden memnunum 🙂
Zehra GERGEROĞLU
14 Mart 2015 at 13:50
Hayatta mutlu olmaktan daha önemli ne varki.Memnun olmanıza sevindim
kenan
17 Mart 2015 at 08:05
İnsan hayalleriyle yaşar, hayalleri olmayan insan ne işe yarar ki
Teşekkürler çok güzel bir yazı olmuş, Başarılar
Sansyorumu
07 Nisan 2015 at 01:26
Güzel ve öğretici aynı zamanda düşündürücü bir yazı. Gerçi herşey anlayana tesir eder.
Zehra GERGEROĞLU
08 Nisan 2015 at 14:55
Aynen öyle iletişim dediğimiz şey ne anlatıldığı değil karşıdakinin ne anladığıdir.